ERDAL BAYRAKTAR
Korona virüs musibeti sebebiyle kişisel, toplumsal rutinlerimiz, hedeflerimiz, planlarımız ya ertelendi ya da tümden iptal oldu. Her musibetin isabet edene farklı derecelerde mutlaka bir etkisi olacaktır. Musibetin yaygınlığına göre, bütün varlık âlemi bu durumdan etkilenir. İslami Gelenek, müminlere, musibetlerden gelebilecek şerleri kendi amellerinden bilip; tövbe ederek tevekkülle karşılamasını, hayra tebdil olması için hüzünle dua ve gayret etmesini öğütler. Mümin yürekler, el-Kabz ve el-Bast olan Rablerine iman ettikleri için her darlıktan sonra mutlaka bir genişliğe ereceklerine inanırlar.
Cemrelerin sevincini yaşadığımız günlerde virüsün Türkiye’de görüldüğü haberi ulaştı. Dünyadaki vak’aları ve süreçleri takip ediyorduk fakat ateş bize düşmediği için tam olarak hissedemiyorduk; ateş düşünce olayın ciddiyetini anladık. Bundan sonra hayatlarımıza virüs hükmetmeye başladı.
Bahar aylarında birçok güzelliği hissetmeye başlardım ama iki şeyi özlemle beklerdim: Erguvanların çiçek açmasını ve Akif Emre’nin erguvan yazılarını. Erguvan ağacını tanımaya başlamamla ve akabinde Boğaz’da erguvan güzelliğine şahit olmamla birlikte bahar ayları benim için daha bir özlemle beklenir oldu. Bu duygu halim, Akif Abi’nin yazılarıyla daha da harlanıyordu. Kayseri’de olduğum zamanlar cemreleri dört gözle bekler, İstanbul’dan arayan dostlara erguvanları sorar ona göre erguvan seferine hazırlanmaya başlardım, özlem ve heyecanla. Malum olduğu üzere erguvanlar takriben Nisan ayı sonuyla Mayıs ayı başında yaklaşık iki hafta boyunca çiçek açar. Çiçekleri morumsu pembe renktedir. Bu güzel ve özel renkler Boğaz ve çevresinde bir gelin gibi ayrı bir güzelliğe ulaşır.
“İstanbul’ un en güzel mevsimi erguvan zamanıdır. Hiçbir renk, hiçbir bahar belirtisi erguvan kadar İstanbul olamaz.
Erguvan geçmiş zamanların İstanbul’undan, Boğaziçi’nden bugüne bir esinti, bir renk, bir koku, bir imge… Erguvan bu bakımdan yaşayan, her dem taze olan bir nostalji duygusunu diri tutar. Eskimeyen duyguların canlılığıdır renkleri, naif bedeni, dalları geçmişin hatıralarını taşır…”(1)
İstanbul’ da ikamet ettiğim zamanlarda, İstanbul’la, erguvanla, Boğaz’la muhabbetimiz ve dostluğumuz daha da derinleşti. Bozkır çocuğu olarak gönül dünyama yeni dostlar, yeni duygular, yeni haller dâhil oldu. Onlarla yeniden var oluyordum. Akif Abi’yle her Erguvan yazısından sonra mutlaka telefonla görüşüyorduk. Her erguvan mevsiminde Boğaz’da olmayı bir görev addetmiştim. Görevimi harfiyen yerine getirmek için bütün gücümle gayret ediyor, erguvan günlerinde Boğaz’da yapılacak bir vapur turunu dört gözle takip ediyordum. Erguvanla en güzel Boğazda buluşulurdu. Boğazda erguvanla halleşememek diğer buluşmaları eksik bırakırdı. Boğaz-erguvan münasebetinin insanda oluşturduğu duyguyu tarif etmek kolay değildir.
“Bu duyguyu en iyi Boğaziçi’nde uzaktan yapacağınız seyirde belki bir gemi gezintisi yaşatabilir. Geçmişin seyirlik tadı… Hala yeşilin betona karşı direndiği, yenilmediği Boğaziçi sırtlarında öbek öbek kendini gösteren erguvan renkleri geçmişten ne kadar iz taşıyorsa bugününe de o denli yakışıyor.
Ahşap köşklerin, evlerin bahçelerinden dışarıya taşan erguvanlar geçmiş zaman İstanbullarının dünya tasavvurunu, estetik algısını, güzellik duygusunu nasıl aksettiriyor, adeta tüm bir hayat algısını ağacı, dalları ve rengiyle nasıl özetliyorsa bugünün İstanbul’una da o denli denk düşüyor.
Boğaziçi’nin serin sularının kıyısında, tepelerde, yamaçlarda, taze bahar yeşilinin arasında, mahcup, hatta mahzun ama her dem güzel olanı hatırlatan erguvanlar eski İstanbul’dan bir nebze işaret gibi, haber gibidirler…”(2)
Akif Abi vefat ettiğinde onun yokluğuna ne kadar üzüldüysem, bundan sonra Ümmet’ in dertlerini içten ve basiretli bir şekilde kim dillendirecek ve bir de erguvan yazılarını ben kimden okuyacağım diye üzülmüştüm. Bu üzüntüm el’an da devam etmektedir.
Geçen sene Kadir Zorlu Kardeşimin organizatörlüğünde, Üsküdar Belediyesi’nin ev sahipliğinde Boğazda bir erguvan seyrine katıldık. Turumuzun son durağı olan Üsküdar iskelesinde vapurdan indikten sonra, Akif Abi’nin üstüne yazı kaleme aldığı Mihrimah Sultan Camii’nin iskeleye bakan tarafındaki erguvan ağacını ziyaret ettik, Akif Abi’ye hürmeten.
Rahmetli Akif Abi’nin en son yazdığı erguvan yazısını yeniden okuduğumda, bizlerin bu günlerde yaşadığımız ruh halini tasvir ediyordu sanki. “Bu yıl ‘erguvanlar yanmış’… Baharda zamansız çiçeğe duran ağaçları Anadolu’da soğuk alır. Son anda bastıran kar, çiçekte yakaladığı ağaçları dondurur, çiçekler soğuk alır ve meyve vermez. İstanbul’un narin ağacı erguvanın yanması ise başka bir mevsim olayı. Neden soğuk almıyor da yanıyor erguvan? Her şeyin altüst oluşuna işaret. Aniden değişen hava şartlarına uyum sağlayamıyor erguvan. Tıpkı birden boşalan gök karşısında şehrin çaresiz kalması gibi.”(3)
Yazıyı kaleme aldığım vakitlerde virüs dünyada ve ülkemizde hızla yayılmaya devam ediyordu. Bu sebeple alınan sokağa çıkma yasakları genişletiliyor ve süresi uzatılıyordu. Böyle devam edecek olursa; bu sene bazı etkinliklerden, beraberliklerden, bu arada erguvan ziyaret ve seyrinden mahrum kalacağımıza benziyor. Sağlık olsun. Her mahrumiyet ve hasret büyük imkânların, içli kavuşmaların habercisidir.
Her ayrılık her hasret hüzne gark eder insanı. Her hüzün derununda, yeniden kavuşabilmenin umudunu ve muştusunu taşır. Sonbaharda yapraklarını döken ağaçların hüznü, gelecek yılın müjdesini taşımaktadır bağrında. Her zorluk bir kolaylığın, rahmetin, bereketin habercisidir. Şer gibi gördüklerimizin, Allah’tan gelecek bir hayra tebdil edebileceğini unutmayalım. Mümin yüreklere yeis haramdır. Rabbimizin vadettiklerine kavuşacağız; Allah nasip ederse, gelecek baharda erguvan hasretimize, ahirette ise Akif Abi hasretine son vereceğiz.
Kaynakça:
(1) İstanbul’u Yeniden Düşünmek ve Erguvanname-Büyüyenay- Akif Emre
(2) İstanbul’u Yeniden Düşünmek ve Erguvanname-BÜYÜYENAY- Akif Emre
(3) İstanbul’u Yeniden Düşünmek ve Erguvanname-BÜYÜYENAY- Akif Emre