MEVLİD KUTLAMAK ÜZERİNE
Her yıl Rebiülevvel ayının 12’si geldiğinde mevlid kutlamanın hükmü üzerine çeşitli tartışmalar yapılır. Aslında bu tartışmalar yeni değildir. Öteden beri mevlid kutlamanın caiz olduğu ve olmadığını savunan iki görüş var olagelmiştir. Ne var ki zamanımızda hemen her şeyin Müslümanlar arasında bir ayrım, ötekileştirme, düşmanlık ve hatta zaman zaman tekfire varan boyutta yaralanmaya sebep olduğu görüldüğünden bu konuda ifrat ve tefritten uzak itidal noktayı belirlemek gerekli olmuştur.
İtidal noktanın ne olduğunu belirlemeden önce mevlid kutlamayı caiz görmeyip bid’at olarak niteleyenler ile caiz görenlerin delillerini kısaca serdedip sonra kendimce itidal olarak gördüğüm noktayı ortaya koymaya çalışacağım. Muvaffakiyet Allah’tandır.
A. MEVLİD KUTLAMAYI CÂİZ GÖRMEYENLERİN DELİLLERİ
Hanbelîlerden İbn Teymiyye, Mâlikî âlimlerden Şâtıbî ve İbnü’l-Hâc gibi âlimler başta olmak üzere modern dönem Suudî / Selefî ulemanın neredeyse tamamı mevlid kutlamayı bid’at olarak nitelemişler ve caiz görmemişlerdir. Bu görüşte olanlar, kendi görüşlerine delil olarak şu hususları zikretmişlerdir:
1. Allah Resûlü’nün (s.a.v.) doğum tarihi kesin olarak belli değildir.
Siyer kaynakları Allah Resûlü’nün (s.a.v.) doğumu hususunda çok farklı görüşlerin bulunduğunu belirtmektedir. Kesin olarak bilinen şey, Allah Resûlü’nün günler içinde Pazartesi günü, yıl olarak da fil vakasının gerçekleştiği yıl doğduğudur. Bunun dışında hangi ayda ve o ayın hangi gününde doğduğu kesin olarak belli değildir. Şu halde Rebiülevvel ayının 12. gününü mevlid-i nebi olarak kutlamanın tarihsel bir dayanağı yoktur.
2. Mevlid kutlamak dinde olmayan bir uygulamadır, bu sebeple bid’attır.
Mevlid kutlamak Kur’an ve Sünnet’te yer almayan bir ameldir. Allah Resûlü (s.a.v.) bunu yapmadığı gibi sahabe ve onları takip eden fazilet sahibi nesillerden hiç kimse mevlid kutlamamıştır. İbn Teymiyye bu konuda şunları söylemiştir:
“Ortada kutlamayı gerektiren durum mevcut ve bir engel de olmadığı halde selef mevlid kutlamamıştır. Eğer mevlid kutlamak sırf hayırlı veya hayrı şerrine göre daha üstün bir amel olmuş olsaydı bunu selefin yapması bizim yapmamıza göre daha layıktı. Çünkü onlar Allah Resûlü’nü bizden daha çok seviyorlar, bizden daha çok yüceltiyorlardı. Onlar, hayırlı işlere bizden daha hırslı idiler.”
(İbn Teymiyye, İktidâu’s-sırati’l-müstakîm li muhâlefeti ashâbi’l-cahîm, II, 123)
Bunun zorunlu sonucu mevlid kutlamasının bid’at olmasıdır. Çünkü Allah ve Resûlü’nün emretmediği, selefin yapmadığı bir şey dinî bir uygulama olarak ihdas edilmiştir. Nitekim mevlid kutlamayı ilk olarak hicrî IV. Asırda Mısır’da Şiî inancına bağlı Fâtımî devleti başlatmıştır. O zamana kadar ehl-i sünnet içinden hiç kimse böyle bir kutlama içinde bulunmamıştır.
3. Mevlid kutlamak, Hristiyanlara benzemektir.
Hristiyanlar Hz. İsa’nın doğum gününü milad olarak kutlarlar. Müslümanların da Allah Resûlü’nün yapmadığı bir şekilde onun doğum gününü kutlamaya başlamaları Hristiyanlarla karşılaşmaları sonucunda kültürel etkileşimle gerçekleşmiştir. Oysa Allah Resûlü (s.a.v.) “kim bir kavme benzemeye çalışırsa o da onlardandır” buyurarak başkalarına benzemeyi yasaklamıştır.
4. Mevlid diye kutlanan gün, aslında Hz. Peygamber’in doğduğu değil vefat ettiği gündür:
Siyer kaynakları, Hz. Peygamber’in ne zaman doğduğu konusunda farklı bilgiler verdikleri halde vefat tarihinin Rebiülevvel ayının 12’si olduğunda ittifak etmişlerdir. Şu halde o günü sevinçle, mutlulukla kutlamak, Hz. Peygamber’in vefat ettiği ittifakla sabit olan bir günde sevinç gösterisi yapmak anlamına gelir. Nitekim Mâlikî âlimlerden İbnü’l-Hâc Müslümanların hüzünlü olmaları gereken bir günde kutlama yapıyor olmalarına bir anlam veremediğini belirtmiştir. (İbnü’l-Hâc, el-Medhal, II, 15)
5. Mevlid kutlamalarında, dince haram ve münker olan pek çok şeyler yapılmaktadır:
Mevlid kutlamalarında erkek-kadın karışık halde bulunmalar, raks vb. gibi dince haram kılınan, münker görülen pek çok uygulama bir arada bulunmaktadır. Nitekim Mâlikî âlimlerden Dusukî, mevlidlerde görülen bu münkerler sebebiyle bir kimsenin mevlid kutlanmasında harcanmak üzere para vasiyet etmesini caiz görmemiştir. (Hâşiyetü’d-Dusukî, IV, 407)
6. Peygamberin doğumunu kutlamayı sadece bir gün ile sınırlamak doğru değildir:
Allah Resûlü (s.a.v.) bizim hem dünyada hem de âhirette kurtuluşumuzun vesilesidir. Bu sebeple her müminin onu ömrünün her anında şükran ve minnetle anması gerekir. Farklı kültürlerin belirli günleri belirli şahıs ya da olayları anmak için (anneler günü, öğretmenler günü vb.) tahsis etmesine özenerek Allah’ın âlemlere rahmet olarak gönderdiği elçisi için günlerden bir günü tahsis etmek doğru değildir.
7. Mevlid kutlamaları, Allah Resûlü’nü (s.a.v.) övmede aşırıya kaçmaya sebep olmaktadır:
Mevlid kutlamaları esnasında okunan kimi şiir, kaside ve naatlarda Hz. Peygamber’i övmek üzere söylenen sözler içinde şirk unsurları barındıran hususlar bulunmaktadır. Zira bu şiirler çoğu zaman onu Allah’a ait olan bir takım hususlarla nitelemektedir. Bu yüzden bu kutlamaları yapanlar, sevaba girelim derken küfür ya da şirk unsuru barındıran sözler söyleme tehlikesine düşebilmektedirler.
8. Mevlid bir ibadete dönüştürülmüştür.
İbadetlerde ana kural “dince belirlenmiş olmak”tır. Din tarafından belirlenmemiş bir şeyi ibadet olarak benimsemek ve uygulamak haramdır. Mevlid uygulamaları da bir tür ibadet gibi benimsenmekte ve uygulamaktadır. Öyle ki insanların çoğu mevlid kutlamayı, bu kutlama esnasında okunan şiir ve naatları sanki dinin kendindenmiş gibi görmektedir. Oysa dinde böyle bir şey yoktur.
B. MEVLİD KUTLAMAYI CAİZ GÖRENLERİN DELİLLERİ VE YUKARIDAKİ İDDİALARA KARŞI CEVAPLARI
Klasik dönemde başta İbn Hacer el-Askalanî, Suyutî, Sehavî, İbn Âşir, İbn Merzuk gibi âlimler ve modern dönemde Muhammed Said Ramazan el-Bûtî, Şa’ravî, Nablûsî ve İslamî hareketin önde gelen simalarından Said Havva ve Yusuf el-Karadavî, gibi âlimler mevlid kutlamanın –belirli şartlarla- caiz olduğunu belirtmişler ve görüşlerine dair şu hususları delil getirmişlerdir.
1. Mevlid’i kutlamanın aslı sünnette yer almaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.v)’e her Pazartesi günü niçin oruç tuttuğu sorulduğunda “bugün benim doğduğum gündür” buyurmuştur. (Müslim) Şu halde kendisinin doğduğu günü her hafta oruç tutarak ilk kutlayan bizzat Hz. Peygamber’dir. Bir Müslümanın, senede bir defa Allah Resûlü’nün doğduğuna inandığı günü kutlamasında bir sakınca yoktur.
2. Kur’an’da önemli günler ve zaman dilimlerinin hatırlanması emredilmektedir:
Kur’an “eyyamullah” [Allah’ın günleri]nin anılmasını emretmektedir. Bu, Allah’ın çeşitli zaman dilimlerinde kişileri ve ümmetleri imtihan etmek üzere onlara verdiği nimet ve sıkıntıların yad edilmesidir. Allah Resûlü’nün doğumu, insanlık için en büyük nimettir. İnsanların bu nimeti yâd etmek üzere bir araya gelmeleri, bunu ifade eden konuşmalar yapmaları tahdis-i nimet kabilinden bir uygulamadır.
Yine Kur'an, geçmişte yaşayan pek çok peygamberle ilgili olarak "doğduğu günde, öleceği günde ve yeniden diriltileceği günde selam onun üzerine olsun" buyurmak suretiyle peygamberlerin doğum ve ölüm günlerinin önemine vurgu yapmıştır.
3. Kur’an, peygamber kıssalarında ibret olduğunu belirtmektedir:
Kur’an, Allah Resûlü’ne (s.a.v.) hitaben şöyle buyurmaktadır: “Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini (tatmin ve) teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz. Bunda sana gerçeğin bilgisi, müminlere de bir öğüt ve bir uyarı gelmiştir.” (Hûd, 120)
Bu âyet, geçmiş peygamberlerin kıssalarının Hz. Peygamber’in kalbini tatmin ve teskin ettiğini, bu sebeple anlatıldığını açık olarak ifade etmektedir. Nasıl ki geçmiş peygamberlerin kıssaları, hikayeleri Allah Resûlü’ne sebat ve mücadele azmi kazandırıyorsa, Resullerin ve nebilerin efendisi olan Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayat hikâyesini ve mücadelesini dinlemek de biz Müslümanların azmini tazelemekte, bizlere güç katmaktadır. Mevlid kutlamaları da bunun için bir vesile olmaktadır.
4. Allah Resûlü’nün bir şeyi yapmaması onun haramlığını göstermez:
Usulün temel kurallarından birisi şudur: “Allah Resûlü’nün bir şeyi terk etmesi onun haramlığını göstermez.” Bir şeyin haramlığı için açık ve kesin bir delil bulunması gerekir. Hz. Peygamber “size bir şeyi emrettiğimde gücünüz ölçüsünde yapın, bir şeyi yasakladığımda ondan kaçının” demiştir. Ancak “ben bir şeyi terk ettiğimde siz de terk edin” buyurmamıştır. Buna göre Hz. Peygamber’in terk ettiği şeyler –kendisi tarafından haramlık ya da mekruhluğu belirtilmediği sürece- mübah olarak kalır. Mevlid de böyledir. Şu halde Hz. Peygamber, sahabe ve selefin mevlidi kutlamamış olması, kutlanmasının haram veya bid’at olmasını gerektirmez.
5. Sahabenin mevlidi kutlamamasının başka sebepleri vardır:
Yusuf el-Karadavî, sahabenin Allah Resûlü’nün siret ve hatıralarını her daim canlı tuttuklarını, her vesileyle çocuklarına anlattıklarını belirtmiş, onların bu şekilde bir anma ve hatırlamaya ihtiyaç duymadıklarını söylemiştir. (Karadavî'nin mevlid hakkındaki görüşü için bkz. http://www.al-qaradawi.net/new/Articles-12580)
Şu halde selefin mevlidi kutlamayı terk etmesi bunun haramlığından değil, zaten Allah Resulü’nün hatıralarıyla zihinlerinin dolu ve canlı olmasındandır. Ancak sonraki dönemlerde bu bağ zayıfladığında insanlara onu hatırlatacak vesileleri canlı tutmak gerekli olmuştur.
6. Mevlid kutlamak, bid’atın tanımına dahil değildir.
Bid’at, dinde olmayan bir şeyi dine eklemek, peygamberimizin göstermediği bir yöntemle Allah’a kulluk etmeye çalışmaktır. Suyutî’nin belirttiğine göre mevlid kutlamaya bid’at demek doğru değildir. Kaldı ki bid’at denilecekse bile bu, bid’at-ı hasene diye isimlendirilmeye layıktır. Dahası buna sünnet-i hasene demek daha uygun ve doğrudur. Nitekim sahabe de bu şekilde sünnetler koymuşlardır. Teravih namazının sürekli ve düzenli olarak mescitlerde kılınması, namazda rükûdan kalkarken “rabbenâ leke’l-hamd” demek sahabenin Hz. Peygamber’den duymaksızın kendiliğinden yaptığı şeylerden olduğu halde bunlara bid’at diyemeyiz.
7. Mevlid ibadet değil, örftür.
Mevlid kutlamak, Allah’ın meşru kılmadığı bir ibadet türü olmayıp Müslümanların örf ve âdet olarak kutladığı bir etkinliktir. İbadetler dışındaki meselelerde genel kural “aksi belirtilmedikçe helal ve mübah olmak”tır. Hz. Peygamber’in hayatını anlatmak, buna dair şiirler söylemek mübah bir şeydir.
8. Mevlid kutlamalarında görülen yanlışlıklar mevlidin aslını ilgilendirmez
Mevlid kutlamalarında kadın-erkek karışık bir arada bulunmak, dans ve raks etmek gibi haram ya da münker olarak görülen uygulamalar mevlid kutlamanın aslıyla ilgili olmayıp genel haramlardır. Bu husus, mevlid kutlamanın haram ya da bid’at olarak nitelenmesini gerektirmez. Nitekim Kur’an okumak için bir araya gelmede de benzer yanlışlıklar söz konusu olabilmektedir. Ancak bu durum Kur’an okuma fiilinin aslen meşruluğunu zedelemez.
Yine mevlid kutlamalarında okunan şiir, kaside ve naatlarda övgüde aşırıya kaçma, şirk ve küfür unsurları barındırabilecek şeyler söylemenin yasak görülmesi ayrı bir şey, mevlidi kutlamanın caizliği ayrı bir şeydir.
9. Mevlid kutlamak, Hristiyanlara benzemek anlamına gelmez:
Mevlid kutlamanın Hristiyanlara benzemek anlamına geldiği yüzde yüz kesinlikte iddia edilemez. Nitekim bu görüşü dile getiren İbn Teymiyye bile bunun kesin olmadığını, bu türden uygulamaların bazen Hristiyanlara benzemekten, bazen de Hz. Peygamber’e duyulan sevgi ve saygıdan kaynaklandığını belirterek bu hususun şüpheli ve ihtimalli olduğunu ifade etmiştir.
Kaldı ki Hristiyanlara ya da başka dinden olanlara benzemenin yasaklandığı durum onların gayr-i meşru fiillerinde benzemek ile ilgilidir. Meşru fiillerinde benzemek ise kötü değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine’ye hicret ettiğinde Yahudilerin Muharrem ayının onuncu gününde oruç tuttuklarını görünce bunun sebebini sormuş, onlar “bu gün Musa’nın Firavun’dan kurtulduğu gündür” diye cevap vermeleri üzerine “biz Musa’ya sizden daha layığız” buyurarak ashabına o gün oruç tutmalarını emretmiş, ancak Yahudilerden farklı olmak üzere bir gün öncesi veya sonrasıyla birlikte tutulmasını istemiştir. Şu halde bir uygulamayı sırf Yahudi ya da Hristiyanlar yapıyor diye bunu yasak kabul etmek doğru değildir.
10. Kutlama için belirli bir günü ya da zamanı tahsis etmek yanlış değildir:
Kutlama için belirli bir gün ya da zamanı tahsis etmek ancak o günün din tarafından belirlenmiş olduğuna inanarak yapıldığında yanlış olur. Zira bu, bir tür ibadet belirlemek anlamına gelir. Ancak böyle bir inanca sahip olmayıp sırf rivayetlere dayanarak Hz. Peygamber’in doğduğu belirtilen günü esas almak bid’at değildir.
SONUÇ VE TERCİH
Mevlid kutlamanın caiz olup olmadığı meselesi itikadî değil ictihadî bir konudur. Âlimlerimizin bir grubu bunu caiz görmüş ve teşvik etmiş, diğer bir grubu ise bunu bid'at kabul ederek bundan sakındırmıştır. Nasıl ki başka meselelerdeki ictihad farklılıkları müsamaha ile karşılanıyorsa bu meselede de söz konusu ictihad farkı müsamaha ile karşılanmalıdır.
Kanaatimce mevlid kutlamayı caiz veya bid'at kabul eden her iki grubun ortaya koyduğu görüş ve delillerde haklılık payı bulunan noktalar bulunmaktadır.Söz gelimi mevlid kutlamayı bid'at kabul edenlerin ileri sürdüğü mahzurların bir kısmı kimi kutlamalarda gerçekten de mevcut bulunmaktadır. Buna karşılık bunun caiz olduğunu belirtenlerin ileri sürdüğü gerekçeler de yabana atılacak gerekçeler değildir. Öyleyse bu meselede her iki tarafın ortasını bulan, ifrat ve tefritten uzak bir yaklaşım sergilemek gerekir. Şahsî kanaatime göre bu iki görüşün arasını şu şekilde bulmak mümkündür:
Siyer kaynaklarındaki en güçlü rivayetleri esas alarak Allah Resûlü’nün (s.a.v.) doğum gününü Rebiülevvel ayının 12’sinde gerçekleşmiş kabul ederek o gün veya hafta vesilesiyle Hz. Peygamber’i ve davasını hatırlamakta herhangi bir sakınca yoktur. Nitekim mevlide yönelik eleştirilerin bir kısmı kutlama yapmanın aslıyla ilgili değil bu kutlamalarda görülen bir takım yanlışlıklar ile ilgilidir. Bu sebeple şu hususlara dikkat etmek gerekir:
1. Mevlid kutlamaları Allah Resûlü'nü daha yakından tanımaya vesile kılınmalıdır. Bununla birlikte bu gibi kutlamalarda onu övmek üzere söylenen kimi şiir ve na'tlarda Kur'an ve Sünnet tarafından çizilen kırmızı çizgilere ve sınırlara riayet etmek gerekir. Kimi zaman Allah Resûlü'ne duyduğumuz sevgi, onu övme konusunda ölçüsüz sözler söylemeye, hadis âlimlerimiz tarafından uydurma olarak kabul edilen rivayetler zikretmeye sevk edebilmektedir. Oysa Allah Resûlü (s.a.v.) “Hristiyanların Meryem oğlu İsa’yı övmede aşırıya kaçtığı gibi siz de beni övme konusunda aşırıya kaçmayın. Benim için Allah’ın kulu ve elçisi deyin” buyurmuştur. (Buharî) Nitekim daha Allah Resûlü hayatta iken bazı sahabîlerin onu övme konusunda sınırları zorlayan söz ve fiillerine bizzat kendisi müdahale etmiştir.
Allah Resûlü'nün Allah katındaki konum ve üstünlüğünü en iyi anlatan hiç şüphesiz Kur'an ve sünnettir. Rabbimiz Yüce kitabında onu hiçbir kulun övemeyeceği şekilde övmüştür. Nitekim kendisini âlemlere rahmet olarak gönderdiğini belirtmiş, onun yüce bir ahlak üzere olduğunu, müminler için en güzel örnek olduğunu, Allah tarafından sevilip bağışlanabilmek için ona uymanın zorunlu olduğunu belirtmiştir. Peygamberimiz de kendi makamını ve üstünlüğünü ifade eden pek çok söz söylemiştir. Şu halde her mümin peygamberi, Kur'an ve sünnetin kendisi için layık gördüğü makamda görmeli, bunun üzerine çıkararak ifrat noktaya geçip takdis boyutuna vardırma veya bunun altına indirerek tefrit noktaya geçip tazimde kusur etme hatasına düşmemelidir.
2. Mevlid kutlamalarında kadınlı-erkekli gösteriler, mahremiyet sınırlarını çiğneyecek tarzda sunumlar yapmaktan uzak durmak gerekir. Onun dünyaya geldiği günü onun rızasının olmadığı fiillerle kutlamak doğru olmaz.
3. Mevlid kutlamalarını bir festival ve seremoni havasına dönüştürmek doğru değildir. Bu gibi kutlamalarda Allah Resûlü’nün (s.a.v) sünnetine ittiba etmenin altının çizilmesi gerekir. Eğer bu tür kutlamalar insanların dini yaşamalarında olumlu anlamda bir değişim meydana getirmiyorsa hedefine ulaşmıyor demektir.
4. Allah Resûlü’nün suretinden çok sîretine, ahlakına ve misyonuna odaklanmalıdır. Allah Resûlü’nün şemâili ve hilyesi elbette her mümin için çok önemli ve değerlidir. Ancak Allah Resûlü’nü asıl önemli kılan husus fiziksel özellikleri değil ahlakı ve davasıdır. Bizim onu anmamız da bu ana noktalara odaklanmalıdır.
5. Allah Resûlü’nü anmayı ve anlamayı yalnızca bir gün ve bir hafta ile sınırlı tutmak asla doğru değildir. Bu, sadece diğer zamanlara göre anmanın daha yoğun olduğu bir dilim olmalı, diğer zamanlarda onu hayatımızda ikinci plana itmemize yol açmamalıdır.
6. Mevlid kutlamayı bir ibadet olarak görmek, sanki dinin bir emriymiş gibi algılamak kesinlikle doğru değildir. Bu bir örf ve âdet olarak kabul edilmelidir. Bir kimse bunu ibadet olarak görüp kutluyorsa bid'ata düşmüş olur. Buna karşılık bunu bir ibadet gibi kabul etmeyip peygamberi anmak ve anlamak için bir vesile, kültürel bir öğe olarak görenleri bid'atle suçlamak da doğru değildir.
6. Mevlid bir ibadet olmadığına göre bu günü kutlamak için özel olarak belirlenmiş bir namaz, oruç türü yoktur. Allah Resûlü'nün her hafta kendi doğum günü olduğu için Pazartesi günlerini oruçlu geçirmesi ümmet açısından Pazartesi günlerini oruçlu geçirme konusunda bir sünnet oluşturur ancak bu sünnetin dayanağı sırf peygamberimizin doğum günü olması değil, bizzat Peygamberimizin bunu oruçlu geçiriyor olmasıdır. İbadetlerde kıyas geçerli değildir. Yani bir kimse "onun doğum günü olan Pazartesi günlerini oruçlu geçirmek sünnet ise senede bir onun doğum gününde oruç tutmak da sünnettir" diye bir kıyas yapamaz. Zira aynı mantıkla onun hayatındaki her önemli olayın olduğu zaman diliminde oruç tutmayı sünnet kabul etmemiz gerekir. Bu ise dinde olmayan bir hükmü ihdas etmektir. Bir kimse "sünnettir" diye bir iddiada bulunmaksızın sırf peygamberimizin doğum gününü ibadetle geçirme isteği ile o günde oruç tutarsa, fakir-fukaraya sadaka verirse bunda bir sakınca olmasa gerekir. Yine niyetinden ötürü sevap alması ümit edilir. Aradaki fark, oruç ve sadakanın bireysel bir fiil olarak yapılması ile dine mal edilmesi farkıdır. Vallahu a’lem.
Rabbimiz bizleri razı olacağı şekilde Resûlü’ne (s.a.v.) tabi olan kullarından eylesin. Bizleri mahşerde onun sancağı altında haşreylesin, cennetinde ona komşu eylesin.
(Soner Duman/10.Rebîülevvel.1441/07.Kasım.2019/Perşembe)