Yeryüzü, Allah’ın takdiri gereği insana/âdemoğluna kıyamete kadar tahsis edilmiş bir ikametgâhtır. Âdemoğlunun bu ikametgâhla münasebeti iki şekilde tezahür etmiştir: Birincisi yeryüzünü İbadurrahman[1] için ibadetgâh[2], secde mahalli[3] kılmak; ikincisi Tâgūtlar[4] ve onların avanesi bir avuç azgın azınlığın iktidar hırsları için, yeryüzünde fesadı yaygınlaştırmak[5] ve bunun sonucunda ekini ve nesli helak etmek[6] şeklinde olmuştur. Bundan sonra da Medine’ler, yurtlar, beldeler, ülkeler bu iki zihniyetin mücadelesine ev sahipliği yapmaya devam edecektir.
Yeryüzünün diğer coğrafyaları gibi Anadolu da asırlardır âdemoğluna ev sahipliği yapmaya devam ediyor. Anadolu’nun Müslüman tarihi, malum olduğu üzere, Asya’dan gelen Müslüman kavimlere, Türklerin siyasi liderliğinde 1071 yılında Bizans’la yaptıkları Malazgirt Savaşında zafer nasip olmasıyla başlamıştır. Müslüman liderliği ve Müslüman unsurları harekete geçiren muharrik güç cihat, fetih, şehadet ve gaza duygusu ile diyâr-ı küfrü, İslam’la şereflendirmek ve Müslümanca yaşamaktır. Bir toprak parçasını yurt haline getirmek için oranın evvel emirde fethedilmesi (davet ya da cihat yoluyla) ve İslam’a açılması gerekir. Sonrasında peyderpey orası, Müslüman ahali –fatihler, mücahitler, alperenler, gaziler, âlimler, şeyhler, dervişler, esnaflar, zanaatkârlar, sanatkârlar- eliyle ilmek ilmek örülerek İslam yurdu haline getirilir. Anadolu da fatihler tarafından fethedildi ama ahiler tarafından ilmek ilmek, nakış nakış örülerek Müslüman yurdu haline getirildi. Bu sebeple, Müslüman Anadolu’nun tarihi biraz değil tamamıyla ahilerin tarihidir.
Ahilik[7] değerlerini/temellerini İslam’dan alan bir anlayışın, gayenin, yaşam tarzının “kardeşlik ahlakıyla” teşkilatlanmasının adıdır. İslam’ın ihvan/kardeşlik[8] ilkesi, bu teşkilatın ruhunu oluşturur. Bu ruh, zaman içerisinde İslam beldelerinde- fütüvvet örneğinde olduğu gibi- farklı üsluplarda hayat bulmuş, 13. yüzyılda Anadolu’da bunun adına akılık/ahilik denmiştir.
Ahiler, Anadolu’nun Müslümanlaşmasının Müslüman olarak var olmasının ve diri kalmasının temsilcileri olmuşlardır. İşgal, kargaşa, fetret dönemlerinde de toplumu siyasi olarak da teşkilatlandırmışlar ve yönetmişlerdir. Anadolu Selçuklu Devleti zamanında, Anadolu’ya Ahi Evran ismiyle anılan Şeyh Nasîrüddin Mahmûd (ö. 1262) ile giriş yapan, küfrün hâkim olduğu bu yeni yurdu Dârü’l İslâm’a inkılap eden Ahilik, Anadolu Selçuklu Devleti’nin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra kurulan Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda da aktif rol almıştır. Ahiliğin kurucusu Ahi Evran ilim, irfan, teşkilatçılık vasıflarını şahsiyetinde ve hayatında birleştirerek, Anadolu’da “Müslüman şahsiyetin” ifadesi olmuştur. Bu kişilik anlaşılmadan Ahilik anlaşılamaz. Zorluk zamanlarında da (Anadolu’nun yurt edilmesi, Moğol İşgali), ikbal zamanlarında da ahiler her zaman elini taşın altına koymaktan çekinmemişler. Tek gayeleri rıza-i ilahi ve fethedilen beldelerin Müslüman yurdu kalması için cehd etmek olmuştur. Zahirde görünmese de közlenmiş olsa da bu ruh, Anadolu’da, Anadolu insanın tabiriyle ığıl ığıl yanmaya devam ediyor. İ’lâ-yı Kelimatullah ve Nizam-ı Âlem ülküsüne kendini adamış bir yiğit tarafından üflenmeyi bekliyor.
Anadolu’da, özellikle İç Anadolu’da Kayseri ve Kırşehir’den sonra ahilerin en güçlü oldukları yerlerden biri de Ankara’dır. Selçuklular Malazgirt Zaferi’nden iki yıl sonra (1073) Ankara’yı da fethettiler. Bundan önce Müslüman davetçiler ve akıncılar, Anadolu’nun diğer bölgelerine olduğu gibi Ankara bölgesine de fethe müsait olup olmadığını yoklamak, fethe hazırlamak için seferler ve akınlar düzenlemişlerdi. Ribatların, zaviyelerin, tekkelerin konumlanış mevkilerini gördüğümüzde, buradaki niyeti ve fedakârlığı anlıyoruz.
“Sultan Alaeddin Keykubat’ın hüküm sürdüğü dönem, Selçukluların en parlak devridir ve kent bu dönemde büyük imar çalışmalarına sahne olmuştur. Moğolların Anadolu’yu istilasının ardından, 14. yüzyıl başlarında kent İlhanlı hâkimiyeti altına girmiştir. Kent, Osmanlılara geçmeden önce bir süre Ahiler tarafından yerel bir yönetimle idare edilmiştir. Selçuklu beyleri arasındaki güç savaşları ve Haçlı Seferleri sebebiyle sekteye uğrayan Türkleşme sürecinde önemli rol oynamışlar ve başta Ankara olmak üzere, Anadolu’nun Türkleşmesine katkıda bulunmuşlardır.[9]”
“Ankara’da Ahi mekânlarının izini sürdüğünüzde çarpıcı bir zenginlikle karşılaşırsınız. Etimesgut ve Mamak isimleri Ahi Mesud ve Ahi Mamak isimlerinden gelir. Bend Deresi’nin adı Debbağhane’dir. Adını, zamanında kıyısında bulunan 40 kadar dericiden almış. 500 yıl öncenin Tahrir Defteri’nde tam 25 adet Ahi vakfının adı var. Ahi adı verilen cami ve mezarlıkların sayısı azımsanamaz. Ahi Şerafettin (Aslanhane), Ahi Elvan, Ahi Yakup ve Yeşil Ahi Camileri ile Ahi Tura ve Ahi Hacı Arap Mescitleri Ankara’da bu şekilde isimlendirilen bazı cami ve mescitlerdir. Hacı Bayram Veli’nin de Ahi Sultan olarak anıldığı düşünüldüğünde listeye Hacı Bayram Camisi’nin de eklenmesi yanlış olmayacaktır. Kaynaklarda[10] sadece Ankara şehir merkezinde ahilere ait, kimi bugüne gelememiş 11 tarihi mezarlık, 8 hazire (özel mezarlık) ve 7 türbeden söz edilir.”
İsmail Çiftçioğlu da bir araştırmasında, Ankara’da etkin olan şu ahilerden bahsetmektedir[11]: “Ahi Ahmed, Ahi Elvan, Ahi Hüsameddin Hüseyin, Ahi Mecdeddin Ankaravî, Ahi Muhyiddin Eflâkî’, Ahi Sinan, Ahi Şerâfeddin Mehmed, Ahi Yakub. Hacı Bayram-ı Veli, Hamid el Engurî, Pîr Muhammed b. Yusuf el-Ankarî, Şeyh Ali b. Dost-î Hüdâ el-Ankarî.”
Yukarıda isimleri zikredilen ya da unutulan/unutturulan âlim, ârif, fâzıl ahiler; cami, mescid, medrese, tekke, zaviye ve hangâhlarda ahaliyi ilim, irfan, fazilet üzere terbiye ediyor, gençlere de çarşıda, pazarda, dükkân, imalathane ve işliklerde meslek, usul-erkân, âdap-edep öğretiyorlardı. Bu emeklerin sonucunda, Müslüman şahsiyet ve Müslüman toplum bütün veçheleriyle bu yeni yurtta neşvünemâ buluyordu.
Anadolu’daki ahilik, bu topraklara gelen Müslümanlara tarihten tevarüs eden İslami miras ve bu topraklardaki mevcut imkânlar içerisinde hayat bulan “İslam’ı anlama ve yaşamanın” bir misalidir.
Yazımızın başlığında adı geçen Ahi Mesut da Ankara’daki önemli ahilerden biridir. O kadar önemli ki; ikamet ettiğimiz Etimesgut’un ismi, onun adıyla anılırmış. Laik rejim hükümetleri, yeni rejimin sosyo-kültürel politikalarının uzantısı olarak coğrafyanın ismini önce Eti Mesut, sonrasında ise Etimesgut olarak değiştirmişler. Hacı Bayrâm-ı Veli’nin doğduğu yerin adı olan Zülfazl’ı Solfasol yaptıkları gibi… Mekânların, yerleşim yerlerinin bir insan ismiyle anıldığına şahit olunca, hep şu hikmetli söz aklıma gelir: Şeref’ü’l Mekân bi’l- Mekîn. Yani; makamların şeref ve izzeti oturanlarla kaimdir. Şehri kuranlar kimliklerini, şahsiyetlerini, mesleklerini, doğal olarak değerlerini ve hayat tarzlarını da o toprağa yediriyorlar. Fatih, Eyüp gibi semtlerin zihnimizde yaptığı çağrışım gibi. Zaman geçse de baskılanmaya, yok edilmeye çalışılsa da o ruh, orada kendini her zaman hissettiriyor. Gittiğim her yerde önce en kadim camiyi sonra da caminin bina edilme zamanını ve bânîsini öğrenmeye çalışırım. O zaman şehrin ruhu ve kimliği zihnimde oluşmaya başlar. Etimesgut ismini ilk duyduğumda da bir türlü anlayamamış ve içime sindirememiştim. Ahi Mesut ismini öğrenince coğrafya zihnimde ve gönlümde yer etmeye başladı. Mekânı anlamak için mekîni bulmuştum. Artık mekîn üzerinden mekâna açılabilirdim.
Ahi Mesut’un yurdunda ahilik ruhunun ölmediğinin bir göstergesi de Etimesgut’ta ikamet etmeye başladığımızda, Ümmetin Ankara Kalesi’nin yaşayan murâbıtlarından Ali Kaçar ağabeyin vesilesiyle tanıştığımız Ramazan kardeşimiz ve onunla yaşadıklarımızdır. Korona virüsün Türkiye’de başladığı günlerde Ankara’da ikamet etmeye başlamıştık. Sağlık sorunlarımdan dolayı doktorlarım dışarıyla irtibatımızı acilen asgarîye indirmemizi istediler. Bu sebepten ihtiyaçlarımızı karşılamakta zorlanmaya başladık. Yüzünde sürekli bir tebessüm, yumuşak sesi ve içtenliğiyle insanının hemen içinin ısınacağı bir kardeşimiz Ramazan. Her karşılaştığımızda, onun bu halinin fıtratından, imanından, samimiyetinden kaynaklandığına yakînen şahit olduk. Bizi mahcup etmemek için elinden gelen her şeyi yapıyor; ihtiyaçlarımızı daire kapısına bırakıp, gerisin geri o kadar mesafeyi kat ederek onu bekleyen müşterilerinin hizmetine yetişmeye çalışıyordu. Bütün bu yaşadıklarımız, bu topraklarda, İslam ahlakının, kardeşliğinin, ahilik ruhunun yaşadığının umut verici örneği ve şahitliği oluyordu. Kendisi de esnaf olan Ramazan kardeşimiz, fedakârlığıyla bize ahi ahlâkını hatırlattı. Üç ay boyunca; Üç Aylar’ın, Şehr-i Ramazan’ın, Ramazan Bayramı’nın rahmeti, bereketi ve -inşallah- mağfireti, Ramazan kardeşimizle yaşadığımız uhuvvet duygusu için Rabbime sonsuz hamd ü senâlar ediyorum.
İslam, iman kardeşliği ve ahilik ruhu, kıyamete kadar bu topraklardan hiç çekilmesin.
NOT: Üç ay müddetince bizlere alicenaplık göstererek “ahilik” yapan Ramazan kardeşimize, Ali Kaçar ağabeye, Mezrettin, Fahri, Fikri, Ömer, Mustafa kardeşlerime teşekkür ediyorum. Allah hepsinden razı olsun. Dar zamanlarında Allah’ın nusreti onlarla olsun.
Ayrıca; bu süre zarfında, hassaten Ramazan’da seher vakitlerinde penceremde mükevvenâtı temâşâ ederken bana yârenlik eden, her biri Rabbimin kevnî bir ayeti, umudun, muştunun habercisi, dostluk timsali, kendi dillerince bana umut ve dostluk şarkıları terennüm eden; ağaran sabaha, sarıp sarmalayan geceye, gecenin karanlığında kaimlere refiklik yapan aya ve yıldızlara, doğmakta olan güneşe, pervazlarıma konan, benimle birlikte “hu hu” diyen tevir türlü kuşlara hassaten güvercinlere, rahmet yüklü bulutlara, esen yele, yağan yağmura, her türlü hayvanata barınak olan dağa, taşa, ağaçlara, kokularıyla beni mest eden Yûnus’un çiçeklerine, Âşık Veysel’in ifadesiyle insanın sâdık yâri kara toprağa, toprağın kucağında büyümesine anbean şahitlik ettiğim buğdaya… ve dahi adını sanını bilmediğim kevnî dostlarıma, Süleyman(a.s) diliyle selam gönderiyorum. Dostluklarını ve refikliklerini unutamayacağım.
Kaynakça
Barkan, Ömer Lütfü. “Osmanlı İmparatorluğu’nda Kolonizatör Türk Dervişleri.” Vakıflar Dergisi,2(1974): 279-304. http://turkoloji.cu.edu.tr/GENEL/barkan.pdf (Erişim: 13.06.2020)
Çiftçioğlu, İsmail. “Ahiler Döneminde Ankara’daki Bazı İlim ve Fikir Adamları.” Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2: II (2001 Şubat), 27-35.
Kara, Seyfullah. Selçuklular’ın Dini Serüveni / Türkiye’nin Dini Yapısının Tarihsel Arka Planı. İstanbul: Şema Yayınevi, 2006.
Kazıcı, Ziya. TDV İslam Ansiklopedisi. İstanbul: TDV Yayınları, 1988. “Ahilik” Maddesi.
Yalçın, Necati, “Ahilik ve Ankara’da Ahi Mekanları,” Hürriyet Web, 23 Mayıs 2017.
Şeker, Mehmet Fatih. Selçuklu İslam Tasavvuru. İstanbul: Dergâh Yayınları, 2011.
Uçma, İsmet. Bir Sosyal Siyaset Kurumu Olarak Ahilik. İstanbul: İşaret Yayınları, 2017.
[1] El- Furkan 25/63.
[2] El-Zariyat, 51/56.
[3] El-Bakara 2/125 ve El-Alak 96/19.
[4] El-Nahl 16/36.
[5] El-Fecr 89/12.
[6] El-Bakara 2/205.
[7] Kavrama ve teşkilata dair daha kapsamlı bilgi için bkz:
Fatih Mehmet Şeker, Selçuklu İslam Tasavvuru, Dergâh Yayınları
İsmet Uçma, Bir Sosyal Siyaset Kurumu Olarak Ahilik, İşaret Yayınları
Ömer Lütfü Barkan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Kolonizatör Türk Dervişleri,” Vakıflar Dergisi, 2 (1974).
Seyfullah Kara, Selçuklular’ın Dini Serüveni / Türkiye’nin Dini Yapısının Tarihsel Arka Planı, Şema Yayınları
Ziya Kazıcı, TDV İslam Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV Yayınları, 1988) “Ahilik” Maddesi
[8] El-Hucurat 49/10.
[9] Daha detaylı bili için bkz: https://www.ankara.bel.tr/ankara-kent-rehberi/ankara-nin-kisa-tarihi
[10] Necati Yalçın. “Ahilik ve Ankara’da Ahi Mekanları”, Hürriyet Web, 23 Mayıs 2017,
[11] İsmail Çiftçioğlu. “Ahiler Döneminde Ankara’daki Bazı İlim ve Fikir Adamları” Afyon Kocatepe Üniversitesi Soyal Bilimler Dergisi, 2:2 (2001 Şubat), 28.